L
A
U
R
E
G
A
U
T
H
I
E
R
Günümüz şiirine bambaşka bir boyut getiren, kimi okuyucuya göre şiiri öz formundan kopardığı düşünülebilen, ancak aslında şiirin ruhunu daha uygun bir konuma taşıma görevini kendine amaç edinmiş sıra dışı bir şair Laure Gauthier. Bu yazının yazılma amacını oluşturan Je Neige adlı kitabının bunun apaçık somut bir örneği olduğunu söylemek gerek.
Daha kitabın kapağını açmadan, yalnızca kitabın adına baktığınızda bile farklı ve çağdaş şiirin bir dalı olan yeni bir şiirsel yapıyla karşılaşacağını hissedebiliyor okuyucu. Kitaba adını da veren cümledeki gramer yapısında yapılan bilinçli hasar, şiirin anlatım gücüne ve insan ruhunun derinliklerinde bulunan çatlaklara farklı ve özgün kanallardan sızacağına işaret ediyor. Bu noktada da önemli Türk şairlerinden bir iolan Attila İlhan’ın şiir yapısına benzeyen bir üslubu bulunan Laure Gauthier, kitabının ana aktörünü, adından da anlaşılabileceği gibi “kar” olarak belirliyor. Genel şiirsel üslubun aksine, bu kitabı yazan şairin aslında kar olduğunu, Laure Gauthier’nin ise yalnızca bir gözlemci ve aktarıcı olduğunu bile söyleyebiliriz. Bu, hiç de kolay olmayan sanatsal bir yaklaşım. Zira şiirlerinde “ben” derken, “ben”i hiç hissettirmeden şiirsel bir yapı kurmanın ne denli zor olduğu düşünüldüğünde, Laure Gauthier’nin çalışmasının aslında o denli özgün ve adeta “zorlu dağ yollarından geçen, ancak doğallığını ve değerini de o dağ yollarına borçlu olan” bir değer olduğu anlaşılacaktır.
Laure Gauthier için, onun “şiir sözcükten ziyade sestir” diyen Attila İlhan’a benzeyen bir şiir algısı olduğunu söylemek son derece haklı bir yaklaşım olurdu. Ancak, Attila İlhan’dan daha çok bu konuyu içselleştirmiş ve şiirin vücut bulması için farklı çalışmalar içinde de yer alan bir şair olması, onu 21. Yüzyılın özgün uluslararası şairleri arasında farklı bir konuma taşıyor. Aslında buna tam olarak “şiirin vücut bulmasını sağlamak” demenin yeterli olacağını düşünmek, Laure Gauthier’nin sanatını tariflemek için yeterli olmayacaktır. Onun yaptığı, zaten söz formunu yaşayan şiirlerini bütünsel bir duyumlama işçiliği kullanarak daha iyi algılatmaya çalışmak dersek, bu daha doğru bir tanımlama olacaktır. Çeşitli enstalasyon ve multimedya çalışmalarını da kapsayan birçok farklı sanat damarıyla şiirini okuyucularına aktaran şair, sanatın birçok dalını kullanıp onları şiir potasında eriterek, şiirin algılanma ve ruha nüfuz etme gücünü artırmanın peşinde. Onun için “söz ve sesin buluştuğu edebi denizin kıyısını takip eden bir şair” demenin, onu betimlemek için en doğru tanımlardan biri olduğunu düşünmek yerinde olacaktır.
Sözü bir kenara bırakıp kağıt üzerindeki şiir formunu incelediğimiz zaman da, Laure Gauthier’nin etkileyici tek edebi ustalığının söz olmadığını, aynı zamanda sözcüklerin konumlandırılması ve yazım şekilleriyle de ciddi anlamda hayranlık uyandıran bir Laure Gauthier üslubunun bulunduğuna rastlamak çok olası. Farklı konumlandırılan sözcükler, şiirsel bir bıçak etkisi görüyor. Bu şiirsel bıçağın karakteristik özelliği, bıçağın kesmekten çok birleştirmeye çabalaması, üstelik bunu da başarması. Dizeleri takip ettiğiniz zaman, can alıcı noktaların adeta kendine ait başka bir köşede soluk aldığını görüyoruz. Bu, etkileyici bir şiirsel yazım formatı. Zira, kalbi bedeninden sökülen ve yalnızca bir damarla ana vücuda bağlı olan bir insanın, aynı canlı bedeni taşıması, bununla birlikte kalbin de hala atmaya devam etmesi gibi ütopik görünen bir manzara, Laure Gauthier şiirinde son derece mümkün. Hem şiirin genelini, hem de kenarda “atan kalbi” gösteren şair, dizenin ana bedenini ve kalbini ayırarak aslında onları daha önce olmadığı kadar birleştiriyor. İşte Laure Gauthier’nin edebi bıçağının özgünlüğü ve ustalığı tam olarak bu noktada kendini buluyor. Şiiri bireysel, ancak bencil değil. Herkesin bazı anlarda hissettiği ancak adını koyamadığı içsel karmaşa hali, onun şiirinde kendine farklı giysiler seçerek kendini gösteriyor. Yaşanan iç karmaşaları etkileyici imgeler kullanarak toplumsal unsur formuna dönüştüren şairin, bu konuda verdiği en iyi örneklerden biri, “Je Neige” kitabının 35. Sayfasında Voix 1 başlığıyla paylaştığı şiirdir dersek, haksızlık etmiş olmayız :
hepimiz çıkarıldık gözden
virgülleri yerden kesin o halde, saçmalatın onları
dağıtın ne olduğumuzu kaybetmeden önce sahip
olmadıklarımızı
yakalamadan onlar boşaltın kanından tümceyi
benim harften mangallarım
Attila İlhan
Edebiyatın her alanında olduğu gibi, şiirde de yıllar boyunca yeni arayışlar her zaman oldu. Türk edebiyatının yakın tarihine baktığımız zaman, 21.yüzyıldan ziyade 20.yüzyıl şairi olan, ancak şiiri çağdaşlaştırma ve şiir ruhuna yeni bir soluk üfleme bakımından tartışılmaz bir yer olan Attila İlhan’ın “Mavi” akımı ile Türk şiirine getirdiği yenilik, Laure Gauthier’nin önce kendi şiirine, sonra Fransız şiirine ve nihayet uluslararası şiire getirdiği yenilikle benzeşiyor. “Bireysel” olarak adlandırabileceğimiz Laure Gauthier şiirleri, klasik anlamda boğucu bir lirizmi değil, arka planında toplum izlerini taşıyan farklı bir üslubu taşıyor. Onun şiirini belirli bir edebi akım içinde değerlendirmek çok kolay değil, ancak istenen de bu değil. Onun için yapılabilecek en iyi tarif, edebiyatın bir “organı” olan şiiri, ona uyumlu dokular ekleyerek yeni ve diri bir vücut, yani sanatsal “bütün” haline getirmek. Bu durum düşünüldüğünde, Laure Gauthier şiirinin herhangi bir edebi akımla sıkı sıkıya uyumlu olmaması ve başlı başına özgün bir soluk kimliği taşıması, bir sabah yıldızının dikkat çekmesini andıran, hoş bir sanat yaklaşımı.